Bir Zamanlar Kıbrıs'ta...
 
 


Silik Anılarda Bir Gezinti 
  Mustafa Doğrusöz, "Kıbrıslı" dergisi, No.4, 15 Kasım-15 Aralık 1995, s. 19.  
    

Sabahın seherinde yola çıkmanın değişik bir tadı vardır... Lefkoşa-Mağusa yolu bu saatlerde çok sakindir... Tek tük arabalar, gündüzün canturaş tekerlek seslerinden uzak, arada bir kulağınıza teğet geçen bir sivrisinek sesi çıkarırlar...

Güneş henüz doğmamış, ancak tan yeri, gül dudaklı bir sevgilinin gelişi gibidir..

Nedense ben o upuzun Lefkoşa-Mağusa yolunu değil de, eski Lefkoşa-Karpaz yolunu tercih ederim... Yeni Iskele'de biten bu yol beni daha cok cezbeder... Kimbilir belki de geçmişin o silik anılarını yeniden yaşamak isterim...

Kurumanastır'a dönen yol kavşağında sağ taraftaki tarlalara ne zaman baksam, 1974 Temmuz'unda orada şehit düşen Adil aklıma gelir, sonra yaralı olarak o tarlada yanan Terzi Salih... Içimi bir burukluk kaplar... Onların haberi bize Serdarlı'da terkedilmiş Barış Gücü Kamp'ında ulaştırılmıştı... Adil şakacı biriydi... Ince bıyıklı, dalgalı saçlı, doğuştan yüzüne yerleştirdiği belli tebessümünde bile ince bir alay vardı sanki...

Kurumanastır'dan sağa sapınca, Serdarlı'ya doğru yol alırsınız... Serdarlı 1974'un Serdarlı'sı... Oysa şimdi sanki başka bir yerleşim merkezi... Üç koldan Rum-Yunan güçleri tarafından sarılan Serdarlı girişinde içinde şimdi villa tipi evler, gecenin sabaha ulaştığı saatlerde, neredeyse size "hoş geldiniz" der gibi...

Göze aşina sadece Ejderha'nın* benzin istasyonu ve biraz ilerideki polis karakolu... Üç buçuk saat ölüm kalım savaşı veren üç kişilik gurubun bulunduğu Barış gücü kampı yerinde değil artık... Ve şimdi yaşam ile ölüm arasındaki çizgideki üç insandan biri Lefkoşa, biri Girne ve biri de Mağusa'da...

Gönendere'ye doğru ilerlerken, teybe dokunuyorum... Davudi bir ses, karanlığı yırtarak geliyor, "... Ey cerh-i sitemkar, dil-i nalanıma dokunma"...

Gözlerim sol taraftaki tarlalara dalıyor... 22 Temmuz 1974 akşamı bu tarlalardan Gönendere'ye doğru panik ve korku içerisinde yol alan yüzlerce kadın, çocuk ve ihtiyar sanki orada, Rum'a esir düşmemek için yürüyor gibi... Araba ile bile uzun sayılabilecek bir mesafe, o gece nasıl aşıldı kimbilir?...

Sonra Gönendere köyü, Mesarya kantonu'nun belki de eğitime kapı açan ilk Türk köyü... Rahmetli Orhan'ın kasap dükkanı ve kahvehanesi, bir gece sonra avcılar için bu saatlerde çoktan açılmış olacak... Hemen sağ tarafta karısı ile birlikte feci şekilde yanarak ölen Hasan Dayı'nın kahvesi... Ancak orası artık kapalı...

Esmer, güleç yüzlü, seyrek dişli, biraz uzamış sakalı ile ocak başındaki eşine "bir orta, bir sade ve bir da şekerli" diyemiyor artık... Diyemiyor... Ve yokuşu aşınca işte Sütlüce köyü... Girişin sağ başında Şifa abla'nin evi, o umutsuz savaş günlerinde bu Lefkoşa çocuğu gibi daha nicelere kucak açmış, hiç şikayet etmemiş, ne bulunursa pişirip sofraya sürmüş, ender bir iyilik timsalinin evi...

Güneşin doğmasına az bir zaman var... Ne zaman şafak sökse, aklıma Homeros'un Ilyada destanı gelir... Anadolu halkına karşı barbar Yunan Çoban Kralları'nın o iğrenç saldırısı... Ve beni nedense her zaman derinden üzen kahraman Hektor'un ölümü... Ve her nedense her ne zaman derin bir üzüntü duysam da destanın o bölümünü, kitabı elime her alışımda okurum...

Yollar hala bomboş, işte Geçitkale, Akova, Boğaziçi, Sınırüstü ve nihayet Yeni Iskele'ye varıyorum... Bahçeler köyüne yaklaşırken güneş şair'in dediği gibi "sanki masal meyvası" masmavi denize günaydın diyerek o dehşet güzelliğiyle görünüyor...

Ve bu sabah yolculuğunu bir deniz kenarında noktalıyorum... Silik anılarda bir gezinti yapmanın dayanılmaz hafifliğiyle...    

    
    
  *Ejderha = Kıbrıs Türk Petrolleri Ltd.'nin amblemi