|
|
Kıbrıs'ta uzun yıllar kullanılan atlı
araba ya da garutsalardan biri
|
Kıbrıslılar,
1900'lu yılların başına
kadar hiç egsoz
kokusundan kaynaklanan başağrısı
çekmedi. Atlar, eşekler,
öküzler ve
öküz arabaları
1906 yılına kadar paşa
paşa Kıbrıs'in
tozlu yollarında gidip gelirken, birden
bire bir araba homurtusu ile irkildiler. Uygarlığın
temsilcisi, "Yolların Fatihi" otomobil
adaya "tekerlek basmıştı".
Tam 22 yıl sonra da resmi kayıtlara
geçerek, "yasal sakinler" arasına
karıştı.
2. Dünya Savaşı
sona erdikten sonra ise Kıbrıs'ın daracık yolları, otomobil,
otobüs, kamyonlarla dolmaya başladı. Tabi çağdaş araçlar kapıdan
içeri ayak atınca, artık bu minik adacığın yüzyillarca kahrını
çekmiş, yükünü, insanlarını taşımış binek hayvanların,
garutsaların (payton), öküz arabalarının, iki kişilik
gabriyolelerin, hatta yüzyılın aracı trenlerin bile pabucu dama
atıldı. 1950'li yıllarin ortasında ilk vefasız karar alındı ve
emektar yolcu garutsalarının belediye sınırları içine girmeleri
yasaklandı. Son darbeyi ise on yıl sonra Lefkoşa'nın Türk
Belediyesi indirdi. Artik garutsalar, gabriyoleler, at, öküz
arabaları "yasaklı araçlar" sınıfındaydılar. Onlardan geriye 1899
yılında polisin yayınladığı "The Owl" adlı dergideki şu satırlar
kalmıştı:
"Yollarımız dar. Atlı araba
kullananlar ise trafik bilgisinden yoksun insanlar. Hele atlı
arabaları kullanan genc insanlar, sehir içinde atları
kırbaçlayıp hız yapıyor, yayalar için büyük tehlike
oluşturuyorlar. Hatta dehşet oluşturuyorlar. Şehir içerisinde
arabasız at koşturmak yasak. Bunu biliyoruz. Peki ayni yasa
neden atlı arabaları da kapsamasın?"
Acaba bu
satırları yazan polis sözcüsü, homur homur, patlar motorlu
arabaların şehir içinde tur atmaya başladıkları zaman ne yapmıştı?
Hele bugünkü canavarlarla karşılaşsaydı, gidip o atlı arabaların
önünde kapaklanıp, "Affedin beni, bilememişim" demez miydi? Derdi
kuşkusuz.
Lefkoşa-Mağusa tren yolu üzerinde
şimdi yıkılmış
olan eski bir tren istasyonu
Sıra sıra katarlı,
kara dumanlı trenler de nasibini aldı arabaların işgalinden...
Onlar da, neredeyse, arabalarla ayni zamanda, ayni onlar gibi
uygarlığın temsilcisi olarak gelmişlerdi Kıbrıs'a. At arabaları
kadar bile sürdüremediler saltanatlarını... Oysa Ingiliz Yüzbaşı
Pichard, tam 5 yıl trenin memlekete girmesi icin nasıl da
uğraşmıştı. 1904 yılında düdüğünü ilk kez öttüren tren, sadece 47
yıl dayanabildi arabaların rekabetine... Sanki o da garutsalar,
gabriyoleler gibi küskün, elini ayağını çekti raylarından. Şimdi
Mağusa Kaza Tapu Dairesi'nin (eski Mağusa Tren istasyonu) önünden
geçen yoldan 7-8 metre içeride, gelip geçene hüzünlü hüzünlü bakan
ilk lokomotif ilk yolculuğuna başlarken düzenlenen o muhteşem
töreni anımsayıp iç geçiriyor... Hatta, kendini canavar sayıp, "Bizi
öldürecek" diye balta ve nacaklarla saldıran insanları bile
özlüyor. Üzerine yapıştırılmış metal bir açıklama levhasıyla
kendini raylardan alan otolara bakıp bakıp şöyle düşünüyor; "Ne
günlerdi o günler...
Önce
Lefkoşa-Mağusa arasında başlamıştım sefere. On yıl içinde yolum
Omorfo'ya kadar uzamıştı. Lefke'ye ulaşmak için bir 12 yıl daha
beklemem gerekmişti ama olsun... Değmişti doğrusu. Hele şimdi
Peyak ambarlarını kondurdukları Lefkoşa Istasyonu'ndaki
saltanatımı unutmam mümkün mü? Ana baba gününe dönerdi etraf benim
düdüğümü duydular mı...
Garutsalar,
gabriyoleler, tüm duraklardan topladıkları yolcularla beni
beklerlerdi. Lefkoşa'daki o özel "Pazarlık" güzergâhım
bir başka alemdi. O gün benim için bile tatil sayılırdı. At
yarışlarına giderdim "Pazarlık güzergâhımda"...
Mağusa'ya giderken bir başkaydı heyecanım. Kolay mı? Içinden
geçtiüim ilk tünel o yolun üzerindeydi. Çocuklar tünelin çıkışında
benim koca gözlerimi karanlıkta görmek için nasıl da bekleşirlerdi...
Insanlar vefasız... Onca yıl hiç durmadan hizmet ver, hele hele 2.
Dünya Savaşında "Yaranacağız" diye ne ray kalsın ne tekerin, topu
topu 400 bin Kıbrıs Liralık onarım masrafı yüzünden kaldırıp seni
bir kenara atsınlar... Vefasız insanlar."
|