Havaya... daha havaya!
- Hayır işte... biz daha yükseğe
çıkacayık!
- Pişşiik, göreceyik kim daha havaya
çıkaracak... siz, yoksa biz?
- Hade be çocuklar, vurum gopçayı da görsün bu gıçcaccıklar, kim daha havaya
çıkacak.
- Göreceyik be. Siz ne bellersiniz? Zannendersiniz oğlancıksınız deyi daha
yükseğe çıkacaksınız?
- Yörü be git işine! Gelirsam oraya mantinini koparırım!
- Anneee!.. Mantinimi koparacak... mantinim kopar.. mantinimi kop... mantinimi
ko.. manti...
Gittikçe uzaklaşıyor sesler. Bayram için alınmış kırmızı benekli beyaz mantin,
atkısız sivri uçlu rugan iskarpinler, gopçalar,
çıncıraklılar, horoz sekerleri,
`deynekli adam', rüzgarın dağıttığı bulutlar gibi
şekilsizleşiyor.
Genc kızlar artık en yeni giysilerini giyip, kan kırmızı rujla boyadıkları dudaklarını
büze büze piyasaya
çıkmıyor aksamüstleri... Ve saçlarını bol biryantinle geriye
yatırmıs takım elbiseli delikanlılar, bisikletleriyle dolanıp durmuyor etraflarında...
Kac çocuk kaldı ki ekaliptüs ağaçlarının yere düşen tohum kapsüllerinden parmaklarına
"yüksükçük" yapıp oynayan?
Kaç tanesi "luggocuğu" biliyor? Nineler kimlere
"kocakarıcığın pastellilerini" anlatıyor geceleri?
"Nerede o eski bayramlar, eski piyasalar" diyorum ayni rahmetlik dedem gibi...
Başında kocaman kırmızı kurdeleli ve juponlu etekliğiyle
küçücük bir çocuktum o
zaman. Lefkoşa'daki bayram yeri, sanirim son kez o yıl "Hisar Üstü"ne
kurulmustu. Bir daha gittiğimi, görüldüğümü anımsamıyorum çünkü...
"Ah..." demisti dedem. "Nerede o eski bayramlar?
Tadı tuzu kalmadı hiçbirseyin
artık. Tek bir kez gidebilmistim Hisar Üstü'ndeki bayram yerine. Sonraki
yıllarda Çağlayan'a taşınmıştı bayramlar ve o zaman da babam bir "Ah.."
çekmişti ayni dedem gibi...
Şimdi
önümdeki fotoğrafa bakıyorum, ucunu yakalayabildiğim bayram yerine... Ayni
dedem, ayni babam gibi "Ah... " diyecek oluyorum, içimden bir ses; "Sus... Bayramlara
birşey olduğu yok... Sen yaşlanıyorsun o kadar... yaşlandıkça ayni dilindeki tat
alma zerrecikleri gibi ruhundakileri de yitiriyorsun küme küme... Sus... Yılları,
bayramları suçlama..." diyor. Haklı olabilir mi?
Ama o zaman neden cocuklar artık Arife gecesi, bayram için alınan ayakkabılarını
yatağın önüne koymuyor? Neden yeni giyisilerini sabah gözlerini açar açmaz ilk
görecekleri yere asıp yatmıyorlar yataklarına? Ve neden güneşin ilk
ışıklarıyla
yataklarından fırlayıp "Merhaba" demiyorlar bayrama... Neden...
Titrek bacaklı dedenin eliyle cevirdiği
atlı karıncanın bana, bize verdiği zevki,
kendi gücümüzle havalandırdığımız "gopca"ların heyecanını neden göremiyorum, sirenler
çala çala havalanan oyuncaklara binen
çocuklarda?
"Sus..." diyor ses gene "Yaşlanıyorsun... Zerrecikler... Tat... Ruh..."
"Haksızlık bu ama..." diyorum. Küçücük
şeyler mutlu olmamıza yeterdi bizim. Kendi
oyuncaklarımızı yapmamız için
önümüze konan
kumaş kırpıntıları, kıymıksız bir parça
tahta, hatta limon kabuklarıyla dünyalar yaratırdık kendimize... Resimli masal
kitaplariyla hayaller ülkesine yelkenler açardık hergün. Oysa bak...
Çocuklar pilli
oyuncaklarından bile haz almıyor
şimdi... Masal kitaplarını bir kenara fırlatmış
çoğu, ama uzay çağının eğlence araçları yetmiyor onlara.
Hayaller ülkesine yelken açmıyorlar görmüyor musun. Gerçek uçak biletleriyle
gidebilecekleri ülkeleri istiyorlar... Ben,
çamurdan pastamın, buluttan dondurmalarımın
tadını bugün bile duyabiliyorum ruhumda...
Haksızlık yapıyorsun... Hisar üstündeki bayramlar,
çıncıracıklar, gopcalar,
deynekli adamlar, hokkabazlar, bez bebeklerim, tahtadan yonttuğum gemilerim,
ekaliptüs tohumundan yüksüklerim,
çamur pastalarım, buluttan dondurmalarım
kaybolmuşlar. Olmaz ki onlarsız...
Söylüyorum işte sen ne dersen de... "Ah... nerede o eski bayramlar?..."
|