Ramiz
Gökçe için her halde yazacak çok şeyleri olanlardan
birisiyim.. Önce "biz hep Mağusalı'ydık"
Sonra Akkule mahallesinde otuz küsur yılı aşkın
zaman diliminde komşuyduk. Sonra aile dostuyduk ve bir
devrelerde ayni görüşleri paylaşan arkadaşlardık...
O "Giritliler'dendi" ben "İskeleli'lerden.
Bazan o muhalifti ben muvafık, bazan o muvafıktı
ben muhalif.. Fakat hep ortak bir gözlüğümüz vardı
topluma bakarken: Meselâ yolda yürürken ayağımıza
karpuz kabuğu değse dert ederdik. Bir eski eserin tek
taşı yıkılsa sorun olurdu dillerimizde. Bir
sinek konsaydı tabağımıza "bu nasıl
toplum" derdik...
Kaldı ki toplum dediğiniz ne ezadan kurtulduydu ne
cefadan. Üstelik bir de fukaralık vardı boğamızı
sıkan.
...Ben 1960'larda Çetin Altan'ların İlhami Soysal'ların,
Ali Sirmen'lerin sayfalarında kükrediği Akşam
gazetesini alırdım. Kapanana kadar da tek abonesiydim
galiba.. Kotak da sürekli Yön dergilerini alırdı.
Ben bu gazeteyle dergiyi Ramiz'e taşırdım..
Okudukça, değişen dünyasını izlerdim. O dönemlerde
adına "bilimsel sosyalizm" denen yeni bir modanın
peşindeydik.. Çetin Altan'ın kıvrak yazıları
ile büyülenir, Doğan Avcıoğlu'nun araştırmaları
ile bilenirdik..
Özlemlerimiz hep ayniydi: "Neden biz de bir huzur toplumu
olmayalımdı?"
Ramiz diş doktoruydu ama evinin nafakasını bile
sağlayamıyordu.. Mağusa'lının kaderinde
bir liman vardı sadece. Orada çalışanlar ne
kazanırsa hayat okadardı. Bir gün bir Rum buldu. Dişçi
kalfasıydı. Onunla haftanın belirli günlerde
Karpas'a gider diş çekerdi..
Ve köyleri görürdü, bozuk düzene eller, bizlerden beter
parasızlığın kahrına ellerdi. Ramiz
insan adamdı.. Yüreği titrer, gözlüklerinin ardından
gözlerini aça aça "olur mu derdi?" Olmamasını
istemediklerine isyan ederdi..
Bu yönü ile Ramiz hep muhalifti.. Karakterine yapışmış
kritisizmin belki hiç farkında değildi.. Oysa ki çevresi
hep farkındaydı.
1963 sonraları fakat habngi yıllar olduğunu
bilmiyorum.. İnsanlar her devrede öne itip peşinden
gidecekleri adam ararlar. Konuşan, eleştiren,
muhalefeti bir yaşam biçimi yapan Ramiz gibi.. Bir gün
onu memleketin bu gün de bitmeyen ekonomik sorunlarının
tartışıldığı bir panele davet
ettilerdi. Üç gece Saray Otel'in salonlarına taşındık..
Ben diyordu Ramiz ekonomiden anlamam... Ve o kendine özgü eleştirisel
ifadeleriyle konuşur, doğruları söylediği için
de alkışların en büyüğünü alırdı.
Mağusa'da Esnaf ve Zanaatkârlar Birliğini kurup da başına
geçtikte bu Birliğin ne bu kadar uzun ömürlü olacağını
ne de ses soluk getireceğini düşündüydü.. Oysa ki
Esnaf Zanaatkârlar Birliği bu gün de Mağusa'ya
damgasını vuran olanca siyaset dalgalarına karşın
ayakta duran bir örgüt...
Bu örgüte dayalı banka'yı da öyle kurduydu..
Memlekette batmayan bankalardan oldu...
... Elbet ki Ramiz'i bunlarla tanımıyorum.. O her
şeyden önce bir devrede iyi aile dostumuzdu.. Hani derler
ya, içtiğimiz yediğimiz ayrı gitmemecesine..
Sonra politikaya ittilerdi Ramiz'i. Belediye Başkan'lığına
adaydı.. Halka dağıtılacak bildirilerine
yardım ettiydim ki içeriğini görüp "fakat ben
bunları halka dağıtamam" dediydi.. Siyasetin
acımazlığına yakıştırılan
Ramiz'in insanca titreyen yüreği karşısındaki
rakibini darmaduman edecek yayınlara cevaz vermediydi..
Kendisine söylemiştim: "Sen politikacı olamazsın..."
Zaten hiç olamadı. Bir iki atılımdan sonra köşesine
çekildi o bildiğimiz Ramiz Gökçe olarak resimleri,
karikatürleri ve işi ile kalakaldı..
Onu son zamanlarda hasta hali ile gördüğümde epey güldürmüştüm..
"Moral" diyordu. "Bu hastalığı
yenmenin çaresi moralmiş." Kolay mıydı.
Hangi insan öleceğini bildiği halde gülüp oynar ki?
Gözlerimizin önünde her gün biraz daha eridi.. Umutla
umutsuzluk arasında yaşama savaşı verdi. Mağusa'nın
Lala Mustafa Paşa Camiinde, üzerine kaç bin kişinin
tabutunun konup oradan son yolculuğuna çıktığı
musalla taşında üç yetişmiş oğlu gözleri
yaşlı babalarını bekliyorlardı.. "Başın
sağolsun" dediğim oğlu "ölmeden önce
ne söylüyordu bilir misin" dedi. Ha altmış dört
yaşında ölmüşsün, ha yetmiş dört veya
seksen dört. Ne farkeder ki? " Farkeder dedim. Az biraz
daha gün ışığı görmek uğruna
neler feda etmez ki insan. Fakat eğer gelmişse ölüm
ne yaparsın gayrı.. Ha altmış dört yaşında
ha seksen dört yaşında..
Koca Ramiz.. Bu topluma verebildiğini verdi, ben de bu
toplumun insanıyım dedirtti. Geride yaratıp, yaşamaları
için kan tere battığı eserlerini bıraktı.
Oysa ki çoğu zaman insanlar bir dikili ağaç bile bırakmadan
giderler. Ne mutlu Ramiz'e... Allah rahmet eylesin...
|