North Cyprus  
 


Caricature
  Ramiz Gökçe  (1937-2001)

Esref CetinelThe below article (in Turkish) appeared in the Turkish-Cypriot daily Halkin Sesi, written by columnist (and Gökçe's old friend) Esref Çetinel.

   

Ramiz Gökçe de gitti 

Ramiz Gökçe için her halde yazacak çok şeyleri olanlardan birisiyim.. Önce "biz hep Mağusalı'ydık" Sonra Akkule mahallesinde otuz küsur yılı aşkın zaman diliminde komşuyduk. Sonra aile dostuyduk ve bir devrelerde ayni görüşleri paylaşan arkadaşlardık...


O "Giritliler'dendi" ben "İskeleli'lerden. Bazan o muhalifti ben muvafık, bazan o muvafıktı ben muhalif.. Fakat hep ortak bir gözlüğümüz vardı topluma bakarken: Meselâ yolda yürürken ayağımıza karpuz kabuğu değse dert ederdik. Bir eski eserin tek taşı yıkılsa sorun olurdu dillerimizde. Bir sinek konsaydı tabağımıza "bu nasıl toplum" derdik...


Kaldı ki toplum dediğiniz ne ezadan kurtulduydu ne cefadan. Üstelik bir de fukaralık vardı boğamızı sıkan. 


...Ben 1960'larda Çetin Altan'ların İlhami Soysal'ların, Ali Sirmen'lerin sayfalarında kükrediği Akşam gazetesini alırdım. Kapanana kadar da tek abonesiydim galiba.. Kotak da sürekli Yön dergilerini alırdı. Ben bu gazeteyle dergiyi Ramiz'e taşırdım.. Okudukça, değişen dünyasını izlerdim. O dönemlerde adına "bilimsel sosyalizm" denen yeni bir modanın peşindeydik.. Çetin Altan'ın kıvrak yazıları ile büyülenir, Doğan Avcıoğlu'nun araştırmaları ile bilenirdik.. 


Özlemlerimiz hep ayniydi: "Neden biz de bir huzur toplumu olmayalımdı?" 


Ramiz diş doktoruydu ama evinin nafakasını bile sağlayamıyordu.. Mağusa'lının kaderinde bir liman vardı sadece. Orada çalışanlar ne kazanırsa hayat okadardı. Bir gün bir Rum buldu. Dişçi kalfasıydı. Onunla haftanın belirli günlerde Karpas'a gider diş çekerdi.. 


Ve köyleri görürdü, bozuk düzene eller, bizlerden beter parasızlığın kahrına ellerdi. Ramiz insan adamdı.. Yüreği titrer, gözlüklerinin ardından gözlerini aça aça "olur mu derdi?" Olmamasını istemediklerine isyan ederdi.. 


Bu yönü ile Ramiz hep muhalifti.. Karakterine yapışmış kritisizmin belki hiç farkında değildi.. Oysa ki çevresi hep farkındaydı. 


1963 sonraları fakat habngi yıllar olduğunu bilmiyorum.. İnsanlar her devrede öne itip peşinden gidecekleri adam ararlar. Konuşan, eleştiren, muhalefeti bir yaşam biçimi yapan Ramiz gibi.. Bir gün onu memleketin bu gün de bitmeyen ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir panele davet ettilerdi. Üç gece Saray Otel'in salonlarına taşındık.. 


Ben diyordu Ramiz ekonomiden anlamam... Ve o kendine özgü eleştirisel ifadeleriyle konuşur, doğruları söylediği için de alkışların en büyüğünü alırdı. 


Mağusa'da Esnaf ve Zanaatkârlar Birliğini kurup da başına geçtikte bu Birliğin ne bu kadar uzun ömürlü olacağını ne de ses soluk getireceğini düşündüydü.. Oysa ki Esnaf Zanaatkârlar Birliği bu gün de Mağusa'ya damgasını vuran olanca siyaset dalgalarına karşın ayakta duran bir örgüt... 


Bu örgüte dayalı banka'yı da öyle kurduydu.. Memlekette batmayan bankalardan oldu... 


... Elbet ki Ramiz'i bunlarla tanımıyorum.. O her şeyden önce bir devrede iyi aile dostumuzdu.. Hani derler ya, içtiğimiz yediğimiz ayrı gitmemecesine.. Sonra politikaya ittilerdi Ramiz'i. Belediye Başkan'lığına adaydı.. Halka dağıtılacak bildirilerine yardım ettiydim ki içeriğini görüp "fakat ben bunları halka dağıtamam" dediydi.. Siyasetin acımazlığına yakıştırılan Ramiz'in insanca titreyen yüreği karşısındaki rakibini darmaduman edecek yayınlara cevaz vermediydi.. Kendisine söylemiştim: "Sen politikacı olamazsın..." Zaten hiç olamadı. Bir iki atılımdan sonra köşesine çekildi o bildiğimiz Ramiz Gökçe olarak resimleri, karikatürleri ve işi ile kalakaldı.. 


Onu son zamanlarda hasta hali ile gördüğümde epey güldürmüştüm.. "Moral" diyordu. "Bu hastalığı yenmenin çaresi moralmiş." Kolay mıydı. Hangi insan öleceğini bildiği halde gülüp oynar ki? Gözlerimizin önünde her gün biraz daha eridi.. Umutla umutsuzluk arasında yaşama savaşı verdi. Mağusa'nın Lala Mustafa Paşa Camiinde, üzerine kaç bin kişinin tabutunun konup oradan son yolculuğuna çıktığı musalla taşında üç yetişmiş oğlu gözleri yaşlı babalarını bekliyorlardı.. "Başın sağolsun" dediğim oğlu "ölmeden önce ne söylüyordu bilir misin" dedi. Ha altmış dört yaşında ölmüşsün, ha yetmiş dört veya seksen dört. Ne farkeder ki? " Farkeder dedim. Az biraz daha gün ışığı görmek uğruna neler feda etmez ki insan. Fakat eğer gelmişse ölüm ne yaparsın gayrı.. Ha altmış dört yaşında ha seksen dört yaşında.. 


Koca Ramiz.. Bu topluma verebildiğini verdi, ben de bu toplumun insanıyım dedirtti. Geride yaratıp, yaşamaları için kan tere battığı eserlerini bıraktı. Oysa ki çoğu zaman insanlar bir dikili ağaç bile bırakmadan giderler. Ne mutlu Ramiz'e... Allah rahmet eylesin...

   
Links
  
     
 

 Arts & Culture