Guzelyurt (Omorfo/Morphou), North Cyprus
North Cyprus  
 


   

BİZ BAŞKA BİR LEFKE’DE YAŞAMIŞTIK - Dr Nazim Beratli

  

Lefke üzerine yazı yazmak sözkonusu olduğunda, benim aklıma hep çocukluğumun Lefke’si gelir… Lefke’yi Lefke yapan da sanırım o ll. Dünya savaşının sonu ile 1960 arasındaki yıllardır. O dönemdeki çok kültürlü yapı, kasaba insanının ruhunda sonsuz bir hoşgörünün yerleşmesine neden olmuştur.

Kasabanın hakim unsurunun, 16.yy’dan itibaren Türkler olduğu ortadadır. İkinci etkin topluluk da elbette ki Rumlar’dı… Şimdi oturup düşündüğümde, fırıncı Andreas ve özellikle mezlekili simitler yapan Haralambo, ilk aklıma gelenler. Pazar sabahları çalan çan sesini unutmadım ama papazın suratı hiç aklıma gelmiyor. Bizim okulun karşısındaki tepedeki Rum ilkokulu, ben okula başladığımda bir yangın yeriydi… Kısa bir süre önce, yakılmış! Şimdi temellerini bile bulmak zor… Lefkeli Rumlar deyince, oğlu çok ünlü bir EOKA’cı olduğu halde,1963’e kadar bizimle yaşamayı sürdüren Kiriakos Dragos’u da anımsamamak, mümkün değil… Sonra, evi futbol sahasının arkasında olan, 63 sonrasında uzun yıllar birilerinin saman deposu olarak kullandıkları, şu anda adını bir türlü anımsayamadığım bir Rumoğlu vardı… Oğulları bizim kadar düzgün Türkçe konuşurlar ve bir tanesi dayımın dükkanına “ustaya gelir”di… Dr. Kosta, karısı Marietta, eczacı Nasu hala aklımda… Dr.Diomidis’in yüzü nasıldı, unuttum… Yoğurtçu bir Rum vardı… Şimdi Hasan Kaya’ya ait olan evde otururlardı… Aklımdan adı şanı gibi yüzü suratı da çıkmış… Ve doğal olarak “Rumlar” deyinca aklıma ilk gelen kişi: Olga… Amcam ile uzun yıllar birlikte yaşayan Olga ve evlatlıkları Yanulla bizim ailenin bireyleri gibiydiler. Onlar da 1963’ün son günlerine kadar, Lefke’de yaşamayı sürdürdüler… Ebe Maria’yı saymazsak, haksızlık ederiz… Bizim mahalleden “Urum Mahallesi”ne inince, dereye çıkan sokaktaki en son evde o otururdu…Başka Rum yok muydu? Vardı elbette ama benim o zamanki çocuk aklımda kalanlar bunlar… Yoksa bir dönem, Lefke Rumları’nın belediye seçimlerini kazanmayı düşünecek bir nüfus yapısına ulaşabildiklerini de işittiğimi anımsıyorum…

Rumlar’dan sonra, kasabanın küçük bir Ermeni kolonisi vardı. Bugün sevgili Hüseyin Uskuri’nin çalıştırdığı dükkanın yerinde, Lefke’nin en popüler Ermenisi olan Agop ile ağabeyi Tomas’ın manifaturacı dükkanları vardı. Anneleri Varteni hanım, (beyaz saçlı, akyüzlü hep karalar giymiş, ağzı bol altın dişle dolu yaşlı bir kadın) her ikindi giyinir kuşanır, koluna çantasını takarak, misafirlik turlarına çıkardı. Genizden gelen bir doğu Anadolu ağzıyla, mikemmel Türkçe konuşurdu. Zaten iş Türkçe’ye geldiğinde, Agop’un da bizden farkı yoktu. Yalnız Tomas’ın Lefkoşa’da oturan karısı ve çocukları Lefke’ye geldikleri zaman farklı bir dil konuştuklarını anımsamaktayım. Artık Ermenice miydi konuştukları lisan, yoksa basbayağı Rumca mı ? Orasını bilemem… Unutmuşum… Atnis hanım ve Nişan, aklımda kalan diğer Ermeniler… Nişan’ın burnunda, koca bir Şark Çıbanı izi vardı ve bundan dolayı “Burnu Yenik Ermeni” diye anılırdı. Sanırım ki bunlar, 1915 olaylarında Anadolu’yu terkedip adaya göçmüş bahtsız insanlardı. Rumlar’dan çok Türkler’le düşer kalkar; lafı özellikle açılmadıkça Anadolu’da olanlardan söz etmezler, bize karşı herhangi bir düşmanca tavırlarına rastlanmazdı. Yoksa öyle değildi de ben mi öyla anımsıyorum? Ama rahmetli babamın ölümünden bir yıl önce gittiği İngiltere’de, Agop’un saatler harcayarak gidip onu görerek hasret gidermesine bakarsak; galiba aklımda kalanlar yanlış değil…Ermeniler de bir bakıma Lefke’nin yerlileriydiler… Bir de yerli olmayıp da kasabada yaşayanlar vardı…

Örneğin maden ocağının Amerikalı ya da İngiliz yöneticileri… Mr.Bush, Mr. Thompson aklıma ilk gelenler… Bunlar artık yerli gibi olmuş, sokaklarda sağa sola selam vererek dolaşan adamlardı… Eşleri arabalarına atlar, Necip Uskuri’nin bakkal dükkanına gelir, günlük alışverişlerini yapar, Necip Dayı ile şakalaşır kendilerini yadırgatmaz Avrupalılar idiler… Ve Cafer Usta’nın evinde oturan sondajda (Drill) çalışan Yahudi ve ailesi ile, Şevket Bacanağın evinde oturan ne iş yaptığını unuttuğum ama kızının Lambretta motosiklete düşkünlüğü aklımda kalmış Alman ve ailesi de kasabanın renkleri arasındaydılar… Bir de rahmetli “ Saaali Efendi’nin Hazım Bey’”in eşi (Salih Efendi değil, “Saaali Efendi”) Valentin Hanım! Sanırım İstanbul’lu bir Levanten’di… Ve ömrünü Lefke’de geçirmiş bir İngiliz: Mr. Burges...Bunlara, EOKA döneminde kasaba çevresine kurulan kamplardan gelen İngiliz askerleri de katıldı mı kasaba sokakları Babil Kulesi’ne dönerdi… Her dilin konuşulduğu bir Akdeniz kasabası…

Bu sayılanlar, elbette ki Lefke’nin asıl kök yerlileri olan Türkler’in oluşturduğu ana kitlenin renklerinden ibarettiler. Yoksa o zamanın son Osmanlıları, Lefke sokaklarında ihtişamla dolaşırlarken, gündelik yaşamda yabancıların bir etkinliğinin olması, düşünülemezdi. Bastonu ve tespihi ile yürürken mağrur edalarla etrafını süzen bir Ahmet Ferit, yanına temenna ile yaklaşabileceğiniz İmamın Hüseyin, çelebiliğine birazcık da İstanbul külhanlığı katılmış havasıyla İzzet Köroğlu,

Birazcık da koloni işbitiricisi izlenimini Osmanlılık’la harman etmeyi pek güzel beceren Ali Faik; ya da adı üstünde Kabadayı veya kardeşi Berber Ahmet sokaklarda “ben benim” diyerek dolaşırlardı. “Hakkı Efendi’nin Gülsün Hanım” hiç sokağa çıkmaz ama evinin penceresinden de geleni geçeni idare eder bir Osmanlı kadındı ki şimdi örneği kalmamış… Ve oğulları: İzzet Hakkı, Behiç Efe, Avni Efendi ve Mehmet Çağlar… Ben Azmi Efendi’yi yetişmedim… Anamı babam için dedemden o istemiş! Adı sahibi, ağabeyinin oğlu Azmi can dostumdur… Sarı kehribar tespihini çevire çevire, Orta Camii’nin tam karşısında, belediyenin köşesindeki kaldırıma sandalyesini atarak, bir yandan güneşlenen, öte taraftan namaz saatini bekleyen Hasan Nihat unutulur mu? Ya sohbet arkadaşı, “ Ezacı Mustaaa Efendi”? Ki kendisi dünyaca ünlü sosyolog Niyazi Berkes’in küçük kardeşidir… Eğer aybaşı ise oralarda çarşıdaki binalarının kirasını toplamaya gelmiş Mehmet Hacımolla’ya da rastlayacaksınız, yanınmda yüzünden nur ve güven akan eniştesi Sami Hoca Efendi ile birşeyler konuşarak, yokuş aşağı eve gitmektedirler. Belki de o esnada kırmızı fesi ile bir başka Sami Efendi, yokuşu tırmanmaktadır. Naif ve sessiz bir Osmanlı: Sami Dayıoğlu… “Londura’da avukat mektebinde okuyan” küçük oğlu Salih’e mektup mu atacak ne?

Ya göğsünü gere gere sokakları arşınlayan Fadıl Nekipzade’den bahsetmeden Lefke anlatılabilir miydi? Zeki Efendi’nin oğlu Galip Bey ya da Ahmet Paşa’nın oğlu Muhtar Hüseyin Efendi, komşu da olsalar iki zıt karakteri temsil etmekteydiler… Ahmet Paşa’nın öteki oğlu Sait Bey veya nam-ı diğer Sait Hoca, Lefke’ye has bir başka karakterdi… Her an muzip birşey söyleyecek ya da işitecekmiş gibi gülmeye hazır bir ifade ile elindeki bastona yaslanarak ağır ağır yürüyen Hasan Fedai’yi ne yapalım? Makri Mehmet, kabadayılığın o azametli sembolü, anılmazsa Lefke tanımı boş kalmaz mı? Hasan Bıldır, Mithat ya da Hüseyin Direk eksik bırakılabilir mi? Peki Lefkeliler’in “Deli Hoca”sı, Süleyman Hoca’yı n’apalım? Az kalsın, altmış yıl bir yatakta yatarak, dünya ile bağlantısını aynalarla sağlayan Cevdet Efendi’yi; bir İngiliz aristokratına benzeyen Münir Efendi’yi unutacaktım…

Hadi biraz da kadınları hatırlayalım da feministler alınmasın… Berber Ahmet’in Havvanım’ı unuttunuz mu? Kabadayı’nın Atiyanım aklınızda mı? Hakkı Efendi’nin Gülsün Hanım’dan yukarıda zaten bahsettik… Bunlar akraba… Havvanım, Gülsün Hanım’ın görümcesi, Atiyanım’ın eltisi olur… Sami Efendi’nin Eminanım da Atiyanım’ın kızkardeşidir…

Önümüzdeki sayıdan itibaren size bu Lefke’yi ve Lefkeliler’i anlatmak istiyorum… Anlatayım mı?